Cennetten Mucizeler

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Ateş ve Aşk

Nasıl da bellidir ateşte yanmadan pişemeyeceğimiz. Çünkü herşey ateşte pişmektedir. Ekmek, demir, cam, topraktan biten envai çeşit meyve sebze bile güneşin ateşiyle pişer ve suyla beslenir.

Bu denge biz insanlar için de geçerlidir. Acının insanı olgunlaştırması da ondandır.

Aşk; hepimizin peşinde koştuğu ve hissetmeden yaşayamadığı bu büyük duygu da ateşle pişer.

Aşk, bir elimizde kor parçası tutarak petrol bir zeminde yürümeye benzer.

Kor elimize değdiği an çok yakar. Elimizden atmak isteriz hemen onu. Ancak atarsak yere düşecek, petrolün birden bire alev alarak bizi yakıp kül etmesine sebep olacaktır.

Bu nedenle atamayız koru elimizden. Acısına alışmaya, dayanmaya çalışırız. Kor un acısı git gide elimizi kaplar ve orada artık hissedilmez olarak bedenimizde ilerler. Kollarımıza, orayı kül ederek boynumuza, gövdemize, başımıza, kalbimize... iner de iner.

Biz kor olan yerlerimizde artık acıyı hissetmek yerine acıyı sevmeye, bundan tuhaf bir haz duymaya başlarız. Yine de bu; acının sarhoşluğudur.

Bir süre sonra kor bacaklarımızı ve nihayet ayaklarımızı da küle çevirmeyi başarır dayanabilirsek. Ve işte asıl hikaye ondan sonra başlar.

Biz artık tamamen yanmışızdır. Alevin kendisi haline gelmişizdir. Bu yüzden zemine ulaşan kor, petrole değse de artık o zeminin alev alması bize zarar veremeyecektir.

Bu nedenle aşk ta sabırlı olmak, her şeye dayanabilmek gerekir belki de. Çünkü aşk ta çekilen bütün çileler aslında bastığımız ateşten bizi korumak için vardır.

Aşk Olsun da, Varsın Ateşten Olsun...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder