"Allah’ın kapısını çalmaktan vazgeçmezsen, kapı mutlaka, ama mutlaka açılır. Kapının ardında Allah var çünkü. Konukseverlerin en hayırlısı.
Allah işitenlerin en iyi işitenidir. Kul O’nun kapısını ne kadar cılız bir şekilde çalarsa çalsın, O duyar. Allah cömertlerin en cömerdidir. İcabet edenlerin en iyi icabet edeni.
Ama buna rağmen, Allah kapıyı ilk başta açmaz. Cılız çalsak da açmaz, kuvvetli çalsak da. Bekler. İster ki tekrar çalalım. Samimiyetimizi görmek ister. Kararlılığımızı. Ona olan arzumuzu, şevkimizi, sevgimizi.
Tekrar çalarız. Duyar, ama yine açmaz. Yine aynı sebeplerle. Tekrar çalarız, yine açmaz. Bu sefer sabrımızı sınar. Tekrar çalarız, yine açmaz. Azmimizi sınar. Allah’ın sınaması ne yapacağımızı görmek için değildir. Allah ne yapacağımızı zaten bilir, sınamak bizim o vasfı ortaya koymamızı istediği içindir. Örneğin, kulu sabredecek mi diye sınaması, sabredip etmeyeceğini bilmediğinden değil, kulun sabır vasfını ortaya koymasına imkân tanımak içindir.
Pek tabii, kimimiz kapıyı çalmaktan vazgeçer. “Çaldım çaldım, açılmadı, açılmıyor” der ve gider. Kapı açılmayınca, kimisi “belki de kapının ardında kimse yok” der, kimisi “ardından biri var, ama açmıyor, demek ki beni görmek istemiyor” der, kimisi de “belki sonunda açılacak, ama o kadar bekleyemem” der ve gider.
Kimimiz ise çalmaya devam eder. Kapı yine açılmaz. Çünkü Allah O’na olan ihtiyacımızı görmek ister. O’na gerçekten ihtiyaç duyan, Allah’ın ışığına, sevgisine, dostluğuna ihtiyaç duyan kapıyı çalmaktan vazgeçemez.
Kapıdan ayrılanlar, O’nsuz yapabilen ya da yapabileceğini düşünenlerdir. Kendi benliğinin, kendi nefsinin her şeyin üstesinden gelebileceğini düşünenlerdir. Buna, yeni dünyada özgüven diyorlar sanırım. Oysa biz buna kibir deriz. Ve kişiyi, kibir kadar Allah’tan uzaklaştıran başka bir şey yoktur.
Özgüven güzeldir. Ama özgüven, adı üstünde, öze güvenmektir, Allah’a güvenmek. Allah’a güvenen her şeyin üstesinden gelebileceğini düşünür, hatta düşünmenin ötesinde, bunu bilir. Ama kendi güçlü olduğu için değil, Allah’a güvendiği için her şeyin üstesinden geleceğini bilir. Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter ve O, kendisine güvenenleri mahcup etmez.
Hala kapıyı terk etmemişsek ve kapıyı tekrar çalarsak, kapı yine açılmaz. Çünkü Allah O’na olan sevgimizin seviyesini artırmak ister. Seven, gerçekten seven, kapıyı terk etmez, edemez. Ve Allah kapıyı açmayarak, bize, kendisine olan sevgimizi artırma şansı sunar aslında. Kapıyı ne kadar çalarsak, o kadar seviyoruz demektir. O kadar O’nsuz yapamıyoruz demektir. O kadar O’nu istiyoruz demektir.
O halde kapının açılmamasından daha büyük bir hediye mi var? Karşılıksız kaldığını sandığımız her çalışımız, bizi sevgide ve aşkta yükseltir. Sevgide, aşkta yükselen de Allah’a yükselir. Çünkü Allah sevgidir, aşktır. Ben demiyorum bunu, Allah’ın “Allah’ın ruhu” diye nitelendirdiği peygamberi, Hazreti İsa diyor. “Allah sevgidir,” diyor.
İşte açılmayan kapı bizi aslında Allah’a taşır. Ve Allah’a taşınmamız nedir? Kapının açılmış olması değil midir?
İşte burada büyük bir sır var. Kapının açılmaması bizi Allah’a götürür. Onun içindir ki, kapı aslında hep açıktır. Kapının kapalı olduğunu sanarak çalmaya devam ettiğimizde, bu sabırdır. Allah da kitabında “Allah sabredenlerle beraberdir” diyor. O halde, Allah kapının arkasında değil yalnızca, aynı zamanda kapının bu tarafında, bizimle beraber.
Açılmayan kapıyı çalarken, sabrın yanı sıra, samimiyet, arzu, azim, güven, şevk, sevgi gibi vasıfları sergiliyoruz, bunların hepsi Allah’ın vasıflarıdır. Dolayısıyla Allah kapıyı açmayarak aslında bizi kendi güzel vasıflarıyla donatıyor. Ve o güzel vasıfları kazandıkça, Allah’ı görüyoruz. Çünkü içimizde ne varsa, dışımızda onu görürüz.
O yüzden kapıyı çalmaya devam edersek ve hiç vazgeçmezsek, kapı mutlaka açılır. Açılmasa bile açılır. Yeter ki kapının önünden ayrılmayalım. Yeter ki, uzaklaşıp gitmeyelim. Bir arif dostum, “Benim yokluğum, benim varlığımdır” diyor. Bu kapıyı açacak olan için de geçerlidir. Allah’ın çağrımıza icabet etmediğini düşündüğümüz anlar, belki de Allah’ın çağrımıza en çok icabet ettiği anlardır.
Peygamberimize dahi bir ara vahiy kesiliyor ve o bu duruma çok üzülüyor. Allah’ın sesini duyamamak ona çok ağır geliyor, Allah’a her an yakarıyor. Bir anlamda kapıyı çalıyor, tekrar çalıyor, tekrar ve tekrar. Ve bir süre sonra Allah tekrar vahiy indiriyor ve şöyle diyor:
“Rabbin seni hiçbir zaman terk etmedi.”
Peygamberimiz bir sözünde, “Kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever” diyor. Bu öbür dünya için değil sadece, bu dünya için de geçerli. Bir kimse bu dünyada, yaşarken, hayattayken, Allah’a kavuşmayı arzu ediyorsa, Allah da ona kavuşmayı arzu eder.
İşte bu yüzden Allah’a, bir kulun kendi kapısını çalmasından daha sevimli bir şey yoktur. Kapıyı her çalışımız müzik gibi gelir Ona. Bir aşk şarkısı gibi.
Allah bizi bunun için yaratmadı mı? Biz cennetteyken, bizi bu dünyaya bunun için indirmedi mi, kapıyı bunun için kapatmadı mı? Aşk için. Aşık olalım, aşık olunan olalım, aşk ile, aşık ile maşuku birleyelim diye."
(Rumi' nin Bildiği Aşk)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder