Düşman olduğunu düşünerek büyüdüğümüz; yeri bile bilinmeyen parça…
Yıllarca ne yapsak ona yükledik suçun tamamını, “Nefsime uydum” dedik hep. Nefsimizi bedenimize bağladık. Sanki irade olmadan beden çalışıyormuş gibi, yaptığımız her şey için onu suçladık.
“Kayıt Mekanizması Nefis” biz ona neyi öğrettiysek onu kaydetti. Varlığımızın seçimlerini, düşüncelerimizi, hislerimizi, bütün davranışlarımızı kaydetti nefis. İyi ya da kötü değildi; biz doldurduk onu iyilik ya da kötülükle. Sonra o, öğrendiklerini uygulamaya başladı; biz neyi yüklediysek onu.
İnsanın en büyük düşmanı “Nefsi” dir derler. Bunun sebebi ona neyi sevmesi gerektiğini öğretmek yerine düşman olmayı seçmemiz olabilir belki de. Biz onu düşman ilan edersek elbette ki o da bize düşman olacak ve muhalefet edecektir. Çünkü Nefis, hiç büyümeyen bir çocuk gibidir. En ilkel, en maddesel, sebeplere en bağlı yapımızdır. Acıktı mı hemen yemek ister, istedi mi hemen sahip olmak ister, kızdı mı tepki verir, ne alırsa onu verir, üzülürse ağlar, sevinirse güler... Yani bedenimizle, duyularımızla sınırlı bir yaşam tarzı öğrenir daha dünyaya gelir gelmez. Henüz seçimleri, bildikleri, "ben" diyebileceği hiçbir şeyi yoktur.
Nefis; biz ona neyi öğretir ve verirsek o dur aslında… Düşüncelerimizin, Hislerimizin, Davranışlarımızın Bütünüdür Nefis ve Nefsini Arındırmak İsteyen Kişi, bu bütünü tamamen güzelleştirmek için sürekli çabalamak zorundadır. Bu güzelleştirmeyi "İrade" adı verilen mekanizma ile birlikte çalışarak başarabilir.
“Kayıt Mekanizması Nefis” biz ona neyi öğrettiysek onu kaydetti. Varlığımızın seçimlerini, düşüncelerimizi, hislerimizi, bütün davranışlarımızı kaydetti nefis. İyi ya da kötü değildi; biz doldurduk onu iyilik ya da kötülükle. Sonra o, öğrendiklerini uygulamaya başladı; biz neyi yüklediysek onu.
İnsanın en büyük düşmanı “Nefsi” dir derler. Bunun sebebi ona neyi sevmesi gerektiğini öğretmek yerine düşman olmayı seçmemiz olabilir belki de. Biz onu düşman ilan edersek elbette ki o da bize düşman olacak ve muhalefet edecektir. Çünkü Nefis, hiç büyümeyen bir çocuk gibidir. En ilkel, en maddesel, sebeplere en bağlı yapımızdır. Acıktı mı hemen yemek ister, istedi mi hemen sahip olmak ister, kızdı mı tepki verir, ne alırsa onu verir, üzülürse ağlar, sevinirse güler... Yani bedenimizle, duyularımızla sınırlı bir yaşam tarzı öğrenir daha dünyaya gelir gelmez. Henüz seçimleri, bildikleri, "ben" diyebileceği hiçbir şeyi yoktur.
Nefis; biz ona neyi öğretir ve verirsek o dur aslında… Düşüncelerimizin, Hislerimizin, Davranışlarımızın Bütünüdür Nefis ve Nefsini Arındırmak İsteyen Kişi, bu bütünü tamamen güzelleştirmek için sürekli çabalamak zorundadır. Bu güzelleştirmeyi "İrade" adı verilen mekanizma ile birlikte çalışarak başarabilir.
Genellikle, düşüncemiz hissettiğimizden, hissettiklerimiz davranışlarımızdan farklı olur. Kendimizi en doğru ve en güzel şekilde ifade edememenin şaşkınlığını yaşarız: "Öyle demek istememiştim ki ben! Ağzımdan o söz nasıl çıkıverdi hiç anlamadım", "Aslında buraya güzel hislerle gelmiştim ama neden şimdi böyle kötü düşündüm ki şu kişi hakkında?" gibi pişmanlıklar duyarız daha sonra.
İşte bu tutarsızlığın tamamen ortadan kaldırılması gerekir. Düşüncelerimizi, hislerimizi, davranışlarımızı bilinçli şekilde tek tek ele almalı, her birini düzeltip güzelleştirmeye çalışmalıyız. Daha sonra da, olabileceği en güzel hale geldiklerine eğer inanırsak, o üçünü bir bütün halinde ortaya koyabilmeliyiz. Yani hissettiğimizi düşünebilmeli, düşündüğümüz şekilde de davranabilmeliyiz. Peki en doğru ve en güzel şekilde düşündüğümüzü ya da hissettiğimizi nasıl biliriz? Onu da bizi yaratan Rabbimizin kalplerimize koyduğu kendinden parça olarak bahşettiği vicdanımızdan biliriz.
Vicdanımızda; Rabbimizin bizimle sürekli iletişim halinde olduğu bir bağlantı ağı bulunur, bunu hepimiz mutlaka hissediyoruzdur. O ağın en doğru şekilde çalışabilmesi ve O' ndan gelen sinyallerin, sesin ve uyarıların en net şekilde algılanabilmesi için O' nunla aramızda oluşturduğumuz kendimize ait tüm kötü yapılanmanın (korku, kötü tepki, negatif davranış), bunların sebep olduğu tüm duvarların ve katılıkların arındırılması ve hakla batılın kesin şekilde ayırt edilebilmesi şarttır.
Vicdanımızda; Rabbimizin bizimle sürekli iletişim halinde olduğu bir bağlantı ağı bulunur, bunu hepimiz mutlaka hissediyoruzdur. O ağın en doğru şekilde çalışabilmesi ve O' ndan gelen sinyallerin, sesin ve uyarıların en net şekilde algılanabilmesi için O' nunla aramızda oluşturduğumuz kendimize ait tüm kötü yapılanmanın (korku, kötü tepki, negatif davranış), bunların sebep olduğu tüm duvarların ve katılıkların arındırılması ve hakla batılın kesin şekilde ayırt edilebilmesi şarttır.
Bu uzun, yorucu ama çok güzel mucizevi bir yolculuktur. Asla pes etmeden, korkmadan, Rabbimizin bu yolda her an yanımızda ve yardımcımız olduğunu bilerek tekrar tekrar denemek ve çabalamak gerekir.
İnsanlığımızın değeri, nefsimizi iyi eğitip tertemiz varlığını korumamızla yükselecektir. Çünkü nefsimiz de, ruhumuz da zaten Biz' iz. Her iki tarafımız da Allah' a itaat etmeyi ve O'nun temizliğine yakışır temizlikte olabilmeyi başardığında en güzel ahlaklara sahip olan kullar oluruz ve ancak o zaman anlarız Rabbimizin İnsan Varlığını neden yücelttiğini, onu neden yer yüzünde halife yaptığını...
Bir kitapta okuduğum şu cümle çok etkili bir cümle olmuştur yaşamımda:
"Hepimiz, bu dünya yaşamına gelen bütün insanlar olarak bizler, sahil kenarında güneşlenen kişileriz. Karşımızda koca okyanus, yatıp onu izliyoruz ya da ancak kıyısında yüzüyoruz. O okyanusun ötesinde adaların, birbirinden güzel diyarların var olduğunu bildiğimiz halde, sahilde oturup güneşlenmeyi tercih ediyoruz ve karşımıza çıkabilecek engellerin korkusuyla okyanusu aşmayı düşünemiyoruz bile."
Halbuki o okyanusta ALLAH gibi bir varlığın bizimle olacağına ve her şeyden bizi koruyacağına kayıtsız şartsız inanabilirsek, "dalgalar boyumuzu aşar da boğuluruz" diye korkmadan ilerleyebiliriz. Çünkü dalgalar boyumuzu aşacak olsa, Allah' ın orada bizi görüyor olduğunu ve bizi kurtaracak bir gemiyi de oraya rahatlıkla gönderebilmesi için hiçbir engelinin olmadığını canı gönülden bilir, bu güvenle yol alırız.
Bir kitapta okuduğum şu cümle çok etkili bir cümle olmuştur yaşamımda:
"Hepimiz, bu dünya yaşamına gelen bütün insanlar olarak bizler, sahil kenarında güneşlenen kişileriz. Karşımızda koca okyanus, yatıp onu izliyoruz ya da ancak kıyısında yüzüyoruz. O okyanusun ötesinde adaların, birbirinden güzel diyarların var olduğunu bildiğimiz halde, sahilde oturup güneşlenmeyi tercih ediyoruz ve karşımıza çıkabilecek engellerin korkusuyla okyanusu aşmayı düşünemiyoruz bile."
Halbuki o okyanusta ALLAH gibi bir varlığın bizimle olacağına ve her şeyden bizi koruyacağına kayıtsız şartsız inanabilirsek, "dalgalar boyumuzu aşar da boğuluruz" diye korkmadan ilerleyebiliriz. Çünkü dalgalar boyumuzu aşacak olsa, Allah' ın orada bizi görüyor olduğunu ve bizi kurtaracak bir gemiyi de oraya rahatlıkla gönderebilmesi için hiçbir engelinin olmadığını canı gönülden bilir, bu güvenle yol alırız.
Melek; Nefissiz iradedir. Her şeyi hikmet nazarıyla görebilen Nur'dur.
Nefis; Bedensel ya da maddesel sınırlarla çevrili, her şeyi iç yüzünü bilmeksizin olduğu şekilde dümdüz gören mekanizmadır. İşte o mekanizma, göremese de, hikmetini bilemese de, varlığında bulunan ruh sayesinde mutlak bir imanla "Vardır elbet bir hikmeti" diyebiliyor ve ona göre tepkilerini, hislerini ve düşüncelerini kötülüklerden koruyorsa, bir süre sonra o hikmetler Nefsin kendisine açılacaktır. Nefis tamamen Melekî özelliklere ulaşırsa, Kutsal Ruh Olur.
Öyleyse Peygamberimiz (s.a.v.)' in Nefsine öğrettiği Güzel Ahlak' ı Nefsimize Öğretmenin ve Hepimizin Bildiği, Rabbimize Verdiğimiz Söz (Seni Dünyada Unutmayacağız) Üzere Yaşamamızın Zamanı Değil midir?
Öyleyse Peygamberimiz (s.a.v.)' in Nefsine öğrettiği Güzel Ahlak' ı Nefsimize Öğretmenin ve Hepimizin Bildiği, Rabbimize Verdiğimiz Söz (Seni Dünyada Unutmayacağız) Üzere Yaşamamızın Zamanı Değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder